H. Hüseyin Top
Hafız Postnişin H. Hüseyin Top Dede ile tanışmadan önce kitabını okumuştum.
Mevlevi Usul ve Adabı Nereden bilebilirdik ki! Ama bilen biliyor. Büyük Organizasyon! Hüseyin Dedemiz, M. Faik Babanın mürşidi Mustafa Aziz (Çınar) sultanı gayet iyi tanıyordu; birliktelikleri olmuştu, Konya’da özellikle Şeb-i Arus’larda…
Dedemiz, Hataylıdır. İlahiyatçıdır. İstanbul’un büyük camiilerinde imam-hatiplik yapmıştır.
Ayrıca konservatuara devam etmiş, musiki meşk etmişti.
Hayatı zaten “derun”undan kavrayan, ince ruhlu, zarif, kimseyi incitmemeye özen gösteren rakik bir insandır, Dedem ondan şairdir. Şiirlerini Mevlana Neş’esinden Esintiler adı altında kitaplaştırmıştı.
Şiirlerinden birinin adı “Semazen”.
Son dörtlüğünü paylaşayım:
“Mest ü hayran olmuş bilmez kendini
Kabına sığmaz da yakar bendini
Pir’im kucaklıyor can bülendini
Aşkın ağuşunda döner semazen.”
Benim göbek adımdır, Bülend. Anne tarafından dedemin ismi. Bülend’i müstear ismim yapıp, Nazlı’mın özelliği olan Down Sendromu ile yazdığım kitapta(2) o ismi (ve aynı dedemin soyadını) kullanmıştım; Bülend Üstündağ.
Bülend, burada Dede’nin semazen şiirinde karşıma çıkmıştı!
Hakiyr Bülend, burada Dede’nin karşı sıra semazen (adayı) olarak çıkmaktaydı – ilk tanışmamızda! Anlatacağım.
Hüseyin Top, “sertarik”ti. Mevlevi postnişinleri içinde en kıdemlisi. Elli yılı –yarım asır – geçmişti Diyar-ı Aşk’ta! Uluslararası Mevlana Vakfı, bu vesile ile bir kutlama yaptığında Allah’ım lütfetti, birlikteydik. Dedemizi anlatmak, evladına düşmüştü.
Mevleviyye’ye Midhat Bahari Beytur Hazretleri’nden el alarak adımını atmıştı.
Çelebi ailesi cihetinden ise merhum M. Celaleddin Bakır Çelebi ile yakınlığı vardı. Mevlevi Evrad-ı Şerifesi’ni birlikte yayımlamışlardı.
En önemlisi, Dedemiz yıllardır Mesnevi-i Şerif’in şerhi ile uğraşıyordu. Tanımlanışını bizzat gün be gün yaşadığım için şanslı addediyorum kendimi. Hakikaten en çağdaş ve özlü şerhi oldu diyebilirim.
İlk karşılaşmamız semahanede oldu. Destarlı sikkesi ile meydana çıkıyordu. Evet, Dede geliyordu. Adımları yavaş, fakat ritmikti. Yüzüne odaklanmıştım.
Heybet ve muhabbet, tevhid içredir sonrasında. İhtişamlı, nadir bir dengedir bu!
Dede ciddi durduğunda hatları derhal keskinleşir. Göz ve kaş çizgisinin birleştiği o bakışta adeta bir kartalı ya da akdoğanı görür gibi olursunuz.
Baş başa kaldığınızda o dudaklara bir gülümseme yayıldığında ise birdenbire cemal fışkırır simasından… İleride bu halleri yaşayacaktım.
Ama ilk sema’mdan bir sahne aktarayım size:
Malum semazenler postun önüne gelince baş keser, Dede’nin elini öperler. Postnişin de onları, sikkelerinin boyun tarafından öper, meydana salar.
Evet, ilk adım. Dedeye doğru yürüyorum. Kulaklarımda uğultu, altı yönden baskı… Bütün bakışların tazyiki üzerimde sanki. Eyvah diyorum içimden, yığılır mıyım acaba şuracığa…
Dede yan gözle bana baktı. Etrafımı çemberleyen o cümbüş kesildi… Sükûnet hali. Gözlerimden yaşlar süzülerek yanaklarıma inmekteydi. Ama rahattım artık.
Hüseyin Dedenin önüne vardım.
Eğildim, elini öperken mübareğin kısık bir sesle, “Ah benim canım Kemalciğim”, dediğini duydum. Ben de başımı kaldırırken, “Hu, sultanım!” deyip, postun önünden meydana ilk adımımı attım.
Bir… İki… Üç… Tennuremi çevirdim. Sema’daydım…
Şükür Allah’ıma ki Dedemle hep birlikteyiz, yıllardır.
Evladı olarak mazhariyettir.
Rabbim başımızdan eksik etmesin. Ona layık olmayı lütfetsin, bu fakiyre…
Bu arada Dedeciğimin o ulvi vasıfları yanında öylesine dünya ile ilgili bir dağarcığı vardır ki, şaşmamak elde değildir. Koyu bir Fenerbahçe tutkunu olduğu gibi, Brezilya milli takımını da size sayar. Meteorlardan, ayla güneş arasındaki mesafeye, hayvanlar aleminden, teknolojik ilerlemelere kadar malumattardır, Dedem. On sekiz bin alemi bilir, mübarek!..