Mehmed Faik Erbil (KS)
Mehmed Faik Erbil beyefendiyi 1991’de yaşantımın en kaderdenk anında tanıdım. Arusi-yi Selami yolunun sıddıkı bu muhterem zatın, elinizdeki ciltte bulunan yazılarından da takip edeceğiniz üzere güzel ahlak’a bağlı olarak mertliği-cömertliği, doğruluğu-dürüstlüğü ile adalet anlayışı, merhameti yanı sıra şahsı ve yaşayış tarzı insana Hazret-i Ali Efendimiz’i hatırlatıyor. Kendisine doğuştan veya hilkatte ihsan edilmiş bu özellikleriyle insanlara nasıl maddi-manevi iyilikte bulunmak üzere son derece gayretli olduğunu bizzat kendi gözlerimle gördüm. “Allah fakiri” mahlasıyla dünyalıklara sırt çevirmiş bu müstesna kişiliğin O’nun dostluğundan başka bir emele talip olmadığını söyleyebiliriz. Allah’ın muradı doğrultusunda her dem etrafındakilere “illa ve lakin güzel ahlak ve Allah rızası için halka hizmet, düsturunu öğütlemiştir.
İyilikte bulunup, ona yüz çevirenleri dahi affedebilen bir kalb-i selime sahip Mehmed Faik Erbil Efendi, evlatları için kendini maddeten ve manen ateşe atabilen, onlar için yanıp, tutuşabilen eşine ve misline dünya yüzünde rastlanmayan bir abide şahsiyettir. Yeter ki, onu tanıyabilenler onun deryalar gibi taşan tebliğ ve temsil gücünden nasiplerini alabilsinler.
Dürüstlük ve namusun sadece Türkiye’den değil, dünyadan da giderek çekilmekte olduğu çağımızda, asrın “refik-i alası” olarak adeta İstiklal Marşımızdaki “son ocak” gibi tüterek biz insanlara, insanlığın sırrını keşfettirebilmek üzere mütevazı ve erdemli (faziletli) bir çileli hayatı sürdürmektedir. Tabii, örnek alabilene. Görebilene, köre ne…
Devrimizde insanın değerleriyle yaşayan, onlarla adam olabilme cehdini gösteren mahluk olabileceği hakikatinden hareketle, değerlerin dahi kişinin kimlik ve kişiliğindeki terkibinin önemi ya da ölçüleri unutulmamalıdır. Şöyle ki, “delalet” çağı diyebileceğimiz şu karamsar ve karanlık günlerde, değerlerin dahi, kimi ellerde nasıl yozlaşabileceğini, aslından (= özünden) inhiraf edilerek, kendi menfaatleri uyarınca istismara dahi tevessül edilebileceğine şahit olmuyor muyuz? O nedenle aile, millet (= milliyetçilik) , dindarlık ve insaniyetperverlik kıymetlerinin nasıl bir ebru gibi doğru renk ve şekillerde terkip edilebileceği de biz, aciz insanlar için, zaman zaman mesele olabilmektedir. İşte, Mehmed Faik Efendi, Allah indinde makbul olan Türk milliyetçiliği, İslam kardeşliği ve insan(lık) hakları ilkelerini en ideal biçimde tevhid akidesinin neşesiyle bütünleştirebilme vasfına haiz bir metodolojiyle karşımıza çıkmaktadır.
Günlük yaşantımız içinde bizler, hayatın dalgalı akışında benliğimizin bilinçaltında dolaşan nefis pusularının kibrine olsun, moral bozukluğu ile karakterimizin dağılışına olsun kapılıp; şaşkın bir halde öteye beriye savrulabiliriz. Savrulmuşuzdur da. Arusi sultanlarından Esseyid Mustafa Aziz Çınar Hazretleri’nin buyurduğu gibi, “Hüner oldur ki; harabı mamur, mahzunu mesrur, meyusu müteselli kılmaktır. Bunlara “gönül mimarı” denir. İşte Hakka kurbiyet, vuslat bununla mümkündür.” (Varidat-ı Şerifeler, s.35)
İşte böyle bir gönül sultanı olan Mehmed Faik Efendi’nin eğitim sistemi en kırık veya kırılmış insanı bile onaran, en kibirli insanı bile kendine getiren nazik ve ince dengelerle örülüdür. Uyanık olan yolunu bulur.
Kendisiyle yıllarca bir eseri üzerinde çalıştık: Mir’at’ül Hakaik bir gönül rehberi, hatta bir yol haritasıdır. Onu özümseyen kendini kurtarır. Dikte ettiriliş sürecinde Mehmed Faik Efendi’nin günlük tüm olayları kavramada, fehm etmede ne denli saklı bir akademik potansiyele sahip olduğunu hayretle izlemiştim. Sadece bilgi birikimi ile değil, o bilgileri sunumda da müthiş bir edebi üsluba haiz olduğunu, bir kelimenin ifadeyi doğru yansıtıp yansıtmadığı hususundaki titizliğini gördükçe bir bilim adamı namzeti olarak çok dersler aldım. Onunla profesör olduğumda tanışmıştık; ama onun yanında yeniden ilkokula giriş yaptığımı itiraf edebilirim.
Kökeni Hz. Peygamberimize dayanan, ecdadı Trablusgarp fatihi Turgut Reis Paşa’ya uzanan bu asil zatı, tanıma şansının lütfedilmesi bile insana hayatta bahşedilecek en değerli vedia olmalıdır, diye hep düşünmüşümdür.
(Ayrıca; bkz: fakir’in Yaralı Ceylanlar Kulübü adlı eseri Şazeli-Arusi yolu üzerinedir.)